Bir zamanlar kumar oynayıp: “Kalbimi sana veriyorum belki bunu ayaklarının altında ezeceksin ama bunu yapmayacağını umaraktan teslim oluyorum sana.” dediğimiz o insana veda edelim mi?
Bazen düşünüyorum; Bizler birer “ben bu kitabı okudum, sonunu gördüm biliyorum canım yanacak ama yine de yaşayacağım.” diyen salaklardan mıyız diye.
Aşk kavramına salaklık demek ne denli doğru bilmem ama.. galiba bile bile lades diye buna denir.
Ezbere bildiğimiz kitaplara veda edelim mi?
Yeni romanlar okuyup, yeni karakterler tanıyalım..
Kahvemi yudumlarken biraz daha detaya inmem gerektiğini hissettim.
Vedalardan nefret eden ben ve dünyanın bana dayattığı, hayatımdaki birtakım şeylere veda etmek zorunda olmam bilincine varmasıyla galiba bir yaş daha aldı. Bir dal daha kırıldı, bir pencere daha açıldı.
Zor ama başardığında prangalarından kurtulmuş gibi hissediyorum. Ne derler bilirsin, bir şeyleri bırakmak kendinden vazgeçmek gibidir. Tuttukça vücudunun gücü azalır ve devam edemeyeceğin noktaya gelirsin. O noktada sızlansan bile veda etmekten başka bir şeyin kalmamıştır artık..
Anne babalarımızın anne babası olduğumuz evreye gidelim. Burada da veda etmemiz gereken bir sürü şey var. Biliyorum içimizde affetmek kimimiz için imkansız ama yine de salmak lazım.
Ev sıcaklığını hissetmemiş, anne kokusunu bir kez bile alamamış, babasıyla oturup bir gününün nasıl geçtiğini anlatamamış, hep ebeveynleri için: “yeterki onlar kavga etmesin, bir kez daha o masada yemek yerine sözler yenmesin diye dua etmiş, günlüğüne “her şey güzel olsun..” yazan, bunu umut eden tüm herkese sarılıyorum.
Saçları bir kez okşanmamış, düştüğünde kaldırılmamış ince ruhlara, büyüyen büyük bedenlerin arkasında köşedeki parkta daha fazla oyun oynamaktan başka bir şey düşünmeyen o küçük bedenlere gülümsüyorum.
Patronun kızının/oğlunun kıyafetlerini bize getirdiğinde içimizde oluşan o burukluğa eşlik eden sevince ortak oluyorum.. poşeti bir an önce karıştırmak ve yeni giysilerimize ulaşmak için can attığımız o günlere ortak oluyorum. Sahi, birinin artık giymediği giysilere diğerinin “yeni kıyafetlerim” demesi kadar adil mi dünya?
Bunu bilmemize rağmen yine de heyecanla bakardık o kıyafetlere. Başka bir evin deterjan kokusu, başka anılara ortak olmuş ikinci el kıyafetler..
Akşama kadar sokakta oyun oynadığımız, bazende o oyunlarda istenilmediğimiz, bir köşede bekleyip izlediğimiz o günler..
Bir keresinde, dedem bana elli kuruş verdiğinde diğer çocuklar gibi bir sürü abur cubur almaktansa market arabasına evin tüm ihtiyaçlarını doldurmuştum..
Küçük bedenlere sıkışmış büyük ruhlar..
Gözlerimi dolduran şey dürüst olmak gerekirse geçmişim, çocukluğum.
Tek cümleyle;
“Benden alınan çocukluğun diğerlerine paylaştırılması.”
Bu bireyler büyüdükçe şu mentale sahip olur:
“İnsanların onayını almalıyım, kabul görmeliyim, onlara göre şekillenmeliyim.”
Hoş geldin kimliksizlik, depresyon ve beraberinde getirdiği diğer her şey..
Kahvem biterken fark ettiğim bir diğer şey ise, ben ne kadar yazarsam yazayım hiçbir zaman veda etmemiz gereken şeyler bitmeyecek.
Yazının sonlarına gelirken sizden istediğim tek şey ekranı kapatıp kaydırmaya devam etmeniz değil, durup düşünmeniz ve bir şeylerle barışıp bir şeylerle vedalaşmanız.
Kim olduğunuzla el sıkıştığınız her an o parkta oyun oynayan küçük çocuk sizi sevgiyle izliyor olacak.
Sevgiyle,
𝓢
yeni romanlar okuyup yeni insanlar tanayalım.. maalesef eskiye takıntılı insanlar olarak nasıl zorlanıyoruz sunu yaparken
o parka asla gidememiş o duaları ebeveynlerinden biri eksik diye edememiş olmak bile o kadar ağır ki